Korku

İki kafadar oyuna dalmıştı. Akşam ezanını duyunca
geç kaldıklarını fark ettiler. Nasıl gideceklerdi? Eve giden yol patikaydı ve
ağaçlıktı. Karadeniz köylerinden biri olduğu
için birkaç km yolda iki, üç ev vardı, sokak lambası da yoktu.

Çaresi yoktu, eve gitmek
mecburiyetindeydiler. Meyilli arazinin her iki tarafı fındıklıktı, bahçe
aralarında yükselen tek tük yeykın ağaçları gölgeleriyle devleşiyordu. Akşam rüzgarı dalları salladıkça ses
çıkarıyor, ağaçlar çeşitli görüntüler oluşturuyordu. Bu da Hasan’ı ve Ahmet’i
çok korkutuyordu, adeta birbirlerine yapışık yürüyorlardı. Dalların birbirine
sürtünmesi, akşam böceklerinin guruuk guruuk sesleri onların yüreklerini ağzına
getiriyordu. Aralarında sohbet ederek korkularından kurtulmak istiyorlardı ama
bu çabaları fazla işe yaramıyordu. Akıllarında dinledikleri hayali varlıklar
vardı. Ya gerçekse ne yapacaklardı? En çok çekindikleri yere, göl yanına yaklaşıyorlardı. Köyün yaşlısı
Mehmet emmilerinin biraz ilerisindeydi göl yanı. Göl iki tepenin kesim
noktasında küçük bir kaynak suyuydu. Gölün yanında yükselen dev çınar ağacının
kaç yıllık olduğunu bilen yoktu. Dev çınar akşamları gölün çevresini ürkütücü yaptığına inanırdı çevre ahalisi.
Evin yanına geldiklerinde biraz rahatladılar, derin bir nefes alıp koşarak
geçeceklerdi göl yanından. Koşmaya başladılar, o da neydi? Bembeyaz bir
devdi sanki gördükleri. Hasan:

─Dahaya

─O ne yav! dedi Ahmet. Geri dönüp ayakları popolarına
değercesine koşmaya başladılar. Bu sırada
göle halasıyla su almaya gelen Hüseyin,

─Benim korkmayın, diyerek peşlerinden koşmaya başladı. Mehmet emmilerinin kapısına
koştular:

─Mehmet emmi, Mehmet emmi!
diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Yaşlı adam camı açmış:

─Ne var çocuklar, sırtınızı bökenek ısırmış gibi ne bağırıp duruyosunuz?

─Emmi orda bişi var,
derken Hüseyin eve doğru
yaklaştı, korkmayın benim demeye
kalmadan Ahmet mısır tarlasına girip koşmaya başladı. Yaşlı emmileri çocuklara
yardım edeceği yerde Ahmet’in arkasından küfretmeye başladı. Hüseyin:

─Korkmayın benim, ben Hüseyin, dedi. Hasan yere oturdu,
derin bir nefes aldı:

─İsinnn gorkudan yarım oldum olum, dedi. Hüseyin arkadaşına sarıldı, arkadaşı:

─Yahu seni öyle büyük gördüm ki ecünlü zannettim.

─Öyle bişi yokmuş. Öğretmenimiz anlatmıştı, korkunca
beynimiz üretirmiş hayali varlıkları. Korktuğunuz bendim, öğretmenimin dedikleri korkunuzun nedenini
doğrulamıyor mu? dedi.

─Amet’i bulalım,
sölediklerini anlıcak kafada değilim. dedi , Hasan. Ahmet mısırları kıra kıra
tarladan koşarak çıktı, evleri tarlanın biraz ilerisindeydi, eve öyle girdi ki
yüzü bembeyazdı, kendini sedirin üzerine bıraktı, annesi su verdi, nerde kaldığını sordu, olanları
anlattı. Annesi:

─Olum seni aramaya çıkacaktık, gecikirsen fena olur, bi daha yapma, dedi. Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in halası Ahmet’ten haber almak için Ahmetlere doğru yola koyuldular. Yolda Hüseyin Hasan’a öğretmeninin anlattıklarını tekrarlıyordu.

Haluk Yeşiltepe

Öğretmen - Yazar - Şair at MEB
Yazıları ve şiirleri üreten Haluk Yeşiltepe 1960 yılında Ankara’da doğdu. 1966 yılında ilkokula başladı. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Bulancak’ta bitirdi. Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Türkçe Öğretmenliği Bölümünden 1980 yılında mezun oldu. İlk şiirini 1974 yılında yazdı. Mahalli gazete ve dergilerde, şiirlerini ve yazılarını yayımladı. Öğretmen olarak Yozgat’ta, Giresun merkezde, Bulancak ilçesinde çalıştı. Mesleğine devam etmektedir.Evli ve iki kızı vardır.
Haluk Yeşiltepe

Latest posts by Haluk Yeşiltepe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ilgili yazı

MahkemeMahkeme

      Koridorun bir köşesinde duvara yaslanmış, mübaşirin kendini çağırmasını bekliyordu. Mahkemeye ilk defa gelmişti. Bacakları zayıf bedenini zor taşıyordu, bu salonda olmaktan utanıyor, içinden: ”Allah’ım tanıdık kimseyle karşılaşmayayım.” diye dua ediyordu.

BaşarıBaşarı

      İkinci dönemin ilk haftasıydı, öğretmen tahtada işlem yapıyordu. Gözleri sessiz, iyi huylu, dersleri zayıf olan Ali’ye takıldı. Her zaman olduğu gibi öğrencisi dalgındı. Öğretmen, dersi anlayıp anlamadığını sordu. Ali anlamadım,

BELDENİN ÖFKESİBELDENİN ÖFKESİ

Selâm verdiğinde kısılan gözleri, sıkılan dişleri, bükülen dudakları görürdü, başlar hafiften sallanarak yere bakardı, ahalide kızgın boğanın öfkesi vardı sanki! Anlam verememişti, neden selâmına karşılık bulamadığına? Göreve başlama yazısını imzalarken